25 Temmuz 2012 Çarşamba

Sonunda Geri Döndüm!



Uzun zamandır yazmadığım için kendimden utanıyorum şu an. Gerçi hiç bir şey yazmıyor değilim ama kendime özel şeyler yazmıştım neyse.

Evet uzun zaman sonra özgürlüğüme kavuştum. Haziranda resmen kavuşmuştum ama önce fark edemedim sonra da üşengeç bünyem yazmama izin vermedi (bahaneler bahaneler..). YGS-LYS olayından bahsetmiştim, ‘maraton’ kelimesini kullanmamak için çok sarf ettim tebrik edin beni :D Neysem efenim istediğim üniversiteye çok yakın da olabilirim çok uzak da tam olarak emin değilim evet puanlar falan açıklandı ama işler biraz karışık benim cephemde. Bir eşit ağırlık öğrencisi olarak hukuk istiyorum ben de, çok şaşırtıcı olmasa gerek sanki.

Bugün hayallerimin üniversitesinin tanıtım gününe gittim bizimkilerle. Bizimkiler: annem, babam. Hadi hadi durmayın dalga geçin benimle üniversiteye gidecek annesi babasıyla dolaşıyo diye. Evet ne var hıh :D (bu arada üniversite Bilkent, arada kaynamasın). Tabi tanıtım yapılan binaya girene kadar maceramız da iyiydi. Mesela misafir araçların sağdan gitmesi gerektiği yazıyordu bunu babama söylediğimde sadece sağ şeride geçmekle kalmayıp hemen kampüs girişinde durması, fosforlu sarı tabelaları göremememiz, sevgili babamın kocaman park işaretini göremeyip saçma bir yere sapması, en sonunda tanıtım yapılan binanın üzerinde kocaman bir afiş olmasına ve benim burası burası demelerine rağmen bizimkilerin binanın önündeki görevlilere tanıtımın nerede yapılacağını sormaları gibi…

Binaya girdim. Tam beklediğim ortam zaten: hafif bir gürültü, sağda tanıtım için dörder kişilik masalar, sırtları karekodlu kırmızı tişörtlü Bilkent öğrencileri, hoş tatlı rahatsız etmeyen bir kalabalık… Hoşuma gitti valla, hafiften kalbimin sesini duyar gibi oldum.

Hukuk ve Siyaset Bilimiyle ilgili bilgi aldım, bölüm öğrencileri anlatıyordu. Önce siyasetten bir abi geldi, dördüncü sınıftı galiba. Maşallah benim soracağım her şeyi anlattı peşinen. Ammavelakin tabiki benim de sorularım vardı birkaç tane de babamın. Sağolsun gayet güzel anlattı. Gerçi bir ara tam bizim oturduğumuz masanın yanında bir grup gürültü yapıp beni uyuz etse de iyi geçti. Yalnız hukukçu abladan memnun olmadım zira pek düzgün konuşabildiğini söyleyemeyeceğim. Zaten sesini duymak için çaba sarf ettim bayaa. Sırf kız konuşsun diye birkaç soru sordum tanıtım kitapçığımdan cevapladı bir kısmını. O sırada da kampüs gezisi varmış onu haber verdiler de çabucak bu gerilimden kurtulmuş oldum bende.

Tur başladığında minik bir şok yaşadım çünkü kocaman bir otobüsün içinde iki aileydik sadece. Neyseki diğer grupla birleştirdiler demiştim sonra ama vazgeçtim. Bizi birleştirdikleri grup sanki okul değil yurt gezisine gelmiş gibiydi. Bir binadaki 4 ve 2 kişilik odaları mutfağı sonra ikinci katı vs gösterdiler. Spor salonuna gitmemiz gerekirken başka bir yurt binasına gittik neden mi? Çünkü tek kişilikleri de görmek istemişler, “uleyn biz neciyiz bırakın yurduuuu” diye bağırdım tabiki içimden. Neyse ikinci yurt binasından sonra kütüphaneye geçtik kısa bir gezi, tanıtım. Sonra bir baktım tur bitti dediler. Uleyn iki yurt binası bir kütüphaneyle kampüs turu mu olur? Hiç yakıştıramadım ya neyse.

Sonramacıma uzun zamandır hiç tweet atmamışım onu fark ettim. Bugün attım sonunda. Gerçi birkaç dakika içinde kaç tweet attım bilmiyorum. En son ne zaman bu hızla tweetlemiştim onu da bilmiyorum ama tweetleyince hafif bir rahatlama geliyor içime içime sanki. Neler attım; tabiki BigBang (ben buralarda yokken yapılan Samsun olaylarını da öğrendim), sonra sevgili Can abi namı diğer LeeLiwiu ya da Metropol Günlüğünün yazarının, Aşk-ı Memnu’nun İspanyollar tarafından alındığını haber verdiği tweetine cevap atmıştım “Behlül kaçar” olmazsa olmaz demiştim sağolsun o da cevapladı, sonraaa durun hatırlayamadım oysa en fazla yarım saat önce atmıştım. Neyse işte aman  twitter adresim: vestamit buradan bakabilirsiniz.

Bu arada İspanyol Aşk-ı Memnu işte burada:



Ayrıca bugün çok yakın arkadaşlarımdan biriyle buluştum birkaç haftadır görmemiştim kendisini. Bilkent turundan çıkıp onunla buluştum, hemen Örümcek Adam’a iki bilet aldık IMAX (bu arada IMAX’i deneyin 3D falan hikaye bunun yanında haberiniz olsun). Film başlayana kadar D&R’a uğradık PS3 için mikrofon aldık. Öyle bir iki tur attık ve zaman geldiği için salona doğru yollandık. Peter Parker’ı oynayan çocuk değişti, resmine bile bakmadım alışabilir miyim bu yenisine acaba, derken yeni Peter’ı çok sevdim. Daha iyi olmuş (oyunculuk açısından değerlendirmiyorum bu arada :D ). Ama her türlü daha iyi olmuş, ayrıca o Ray-Ban tarzı gözlükten takmayan kaldı mı onu düşünüyorum bu arada. Peter taktı, Yoochun Rooftop Prince’de taktı, Lee Min Ho City Hunter’da taktı, Lee Min Ho Personal Taste’de de takmıştı falan filan işte. Filme geri dönersek her şeyin en başına dönülmesi açısından iyi olmuş bence Peter’ın anne babasını gördük, halasına bırakılışını, nasıl örümceğin ısırdığını ve örümcek ısırınca neden süper güçlere sahip olduğunu da. Bu arada Peter lise son sınıfta bu esnada, ben hafiften karıştırdım bir an; üniversite için referans mektubu diyorlar bir yandan da kızımız Oscorp Labaratuvarında stajer asistanı falan o yüzden yani. Sonuç olarak ana karakterimiz değişti diye izlemeyen varsa hemen gitsin filme zaten çocuk pek bir iyi görünüyor maşallahı var yani :D 

Bu arada Haruhi Suzumiya’yı izlemeye başladım harika bir anime yalnız bölümleri bir türlü kronolojik olarak sıralayamadım o yüzden anca iki üç bölüm izleyebildim. Kısaca değinirsek: hangi kategoriye koyacağımı bilemiyorum, komedi desem yalnızca komedi yetmez, uzaylı desem o da yetmez galiba ilerde hafiften aşk esintileri de duyacağız gibi ama en güzel kategoru absürt, garip olurdu sanırım. Cidden absürt bir şey, ama izleyin cidden süper olmuş. Bölüm biterken ki jenerik gelince şu onuncu dakikada koyduklarından zannediyorum, 24 dakika ne zaman geçti diyorum kendi kendime öyle bir şey. Ve ilk defa bir animede böyle oldu.

Hazır animeden açılmışken; anime sevmeme sebep çocukluğumun animesi Sailor Moon’un 2013te yeni bölümlerinin çıkacağını öğrendim ve feci mutlu oldum birden. Daha çok var ama olsun beklerim ben.

Başka bir anime de Monster. Onun için ayrı bir yazı yazmak lazım bence. 74 bölümlük içinde zerre komedi olmayan ama feci sürükleyici, polisiye denebilecek bir anime. Her bölümde acaba sonrasında neler olacak diyorsunuz. Her bölümde farklı teoriler kuruyorsunuz bazıları tutuyor, bazılarınınsa alakası bile olmayabiliyor. Her bölümde animenin fikirsel çatışmasının içinde buluyorsunuz kendinizi. Zaten konusunu okuduğunuzda siz de anlayacaksınız ama özetlemek gerekirse; Kenzou Tenma, Japon ve Almanya’da yaşayan bir doktor. Hastane müdürünün kızıyla nişanlı, dolayısıyla müdürün, Tenma üzerinde etkisi büyük üstelik Japonyadan geldiğinde Almanya’da yaşamasını sağlamış ona iş imkanı falan sağlamış. Tenma feci yetenekli bir doktor bunu zaten neredeyse her bölümde gözümüze sokuyorlar. Olayların başlangıcını anlatmak gerekirse: Tenma tüm insanların hayatlarının birbirine eşit olduğunu düşünür ve kendi ahlak kurallarından ödün vermek istememesine rağmen bir gün hastaneye durumu kritik iki hasta getirilir, biri sıradan bir Türk işçi diğeri ise önemli bir opera sanatçısı. Türk işçi daha erken getirilmesine rağmen Tenma müdürün emriyle sanatçının ameliyatına girer ve Türk işçi ölür. Tenma bunun vicdan azabını duyarken yine benzer bir olay gerçekleşir ve bu kez hastaneye 10 yaşında kafasından vurulmuş bir çocukla şehrin valisi getirilir. Müdür tabiki valinin ameliyatına gönderir Tenma’yı ama Tenma son anda vazgeçip çocuğun ameliyatına girer çocuk kurtulur vali ise ölür. Nişanlısı Tenma’yı terk eder ve tabiki müdür de Tenma’nın kariyerinde ilerlemesini engeller. Daha sonra Tenma’nın sevmediği hatta onun deyimiyle hayatta olmasalar daha iyi olur dediği 3 kişi öldürülür. Dedektif de bu cinayetleden Tenma’yı sorumlu tutar ancak sorumlu Tenma değil hayatını kurtadığı 10 yaşındaki çocuktur (Tabiki dedektifimiz bunu bir türl anlayamadı koca seri boyunca neyse). Aradan 10 yıl geçer Tenma bu arada başhekim olmuş falan cinayeti işleyenin Johann yani o çocuk olduğunu anlar ve onu durdurmak için doktorluğu bırakıp Johann’ın peşine düşer. Tenma’nın yaşadığı çatışma (bence) hayatını kurtardığı bir kişinin onlarca hatta yüzlerce insanın canını alması kendisinin suçu mudur? Johann’ın ameliyatına girmeseydi o öldüğü için onca insan ölmeyecekti öyleyse her şeyin suçlusu kendisi mi? Ya da eğer siz olsaydınız böyle düşünür müydünüz belki de eğer o çocuğun böyle biri olacağını bilseydiniz yine de ameliyata girer miydiz? Ahlaki olarak çocuk önce geldiği için girmelisiniz ama onca insan sizin hayatını kurtardığınız biri yüzünden ölecek… 

İşte dahi doktorumuz bu halden,

Bu hale geldi seri boyunca.

Tamam çok kastık Monster’la. Spoiler vermemek için burada durdum ama gerçekten çok sürükleyici olduğunu bir kez daha belirteyim. Ayrıca animeyi izleyen varsa üzerine biraz konuşmak isterim, özellikle sonu hakkında bazı yorumlarım var sizinkileri de duyup olayı tam olarak kavramayı da.

Evet uzun zamanlık bir aradan sonra yeniden yazmak son birkaç günde yaptıklarımı anlatmak çok hoştu. Ayrıca bu ayın 27’sine kadar yazmak zorunda olduğum kısa ama oldukça yoğun ve her şeyi açıklayabilir bir yazı yazmam gerekli. Dualarınızı esirgemeyin yaklaşık 1 yıldır bu gün için bekliyormuşum.

2 yorum:

  1. Çok güzel ve uzun bir yazı olmuş, ellerine sağlık :)
    Haruhi Suzumiya bir harikadır. Çok severek izlemiştim zamanında^^
    Bilkent iyi bir üniversite. Umarım hayallerini orada doya doya yaşarsın =)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler Can abi (umarım böyle demem sorun olmuyordur)
      Ben de çok severek izledim ama indirdiğim yer yüzünden çok sıkıntı yaşadım bitirdiğimde 2 bölümün eksik olduğunu fark ettim. Üstelik ne Haruhi sırası var ne de Kyon. Dumur oldum yani.
      Tekrar teşekkür ediyorum uzun süredir Bilkent'in hayaliyle yaşıyordum. İnşallah gidebilirim bakalım :)

      Sil