23 Ocak 2013 Çarşamba

Bir Küçük Yalnızlık Düşünceleri




Yazmak istiyorum. Şu an deli gibi yazmak istiyorum. Keşke laptomım yanımda olsaydı dediğim yegane andayım. Şu sıkıntıdan kaçmak için bir kahve alıp kitabıma gömülmeyi geçirdim aklımdan. Şansıma sessiz sakindi lakin tam karşımda oturan 3 çocuğun muhabbeti tüm planımı alt üst etti. Etti mi acaba? Şu an önümde duran kitaba bir türlü odaklanamamam onların suçu mu sadece? Beynimi yoğunlaştıramamam? Ya da hem bağıra bağıra ağlamak istemem hem de kendimi deli gibi tutup ağlamamak için bu kadar kasılmam?

İkilemler dünyamın içine kocaman bir adım attım, sanki bir daha asla çıkmamasına ant içmiş gibi. Tıpkı içinden çıkmak için debelenirken daha çok battığın bir balçık havuzu gibi… Biri gelip elini uzatmadıkça çıkmak neredeyse imkânsız gibi ama aynı zamanda kimsenin bilmesine izin vermiyorsun, bilseler bile ellerini uzatmalarına izin vermiyorsun. Gözlerin ıslanıyor ve kendini soyutlamak istiyorsun. Olabildiğince silinmek dünyadan, aynı zamanda parlamak… Bu dünyada daha önce kimsenin parlamadığı gibi. Çünkü senin bir amacın var: Nasıl Baki’nin şiir yazma sebebi “bu dünyaya güzel bir ses bırakmak”sa; seninki de bu dünyaya güzel, hatırlanacak bir isim bırakmak… Birileri geriye dönüp baktığında senden öncesi ve senden sonrasının ayrımını yapabilsin istiyorsun. Sonra beynin tüm realistliğiyle seni bu idealizmden uzaklaştırmaya çalışıyor acımazsızca. İkisinden de vazgeçmek istemiyorsun sen. Oysa bazen yalnızca bir seçim hakkın olur. Çünkü bu, mağazada gördüğün iki pantolondan değildir. Eninde sonunda alırsın ikisini de. Ama bu kez bulunduğun yerden bakınca o iki yol taban tabana zıt yönlere ayrılıyor. Belki ilerde bir yerde birleşirler, belki de sonsuza dek yaklaşmazlar bile birbirlerine. Denemen gerekli öğrenmek için. Oysa senin cesaretin yok artık ne daha fazla ilerlemeye ne de bir seçim yapmaya…

Korkularının esiri olmak en büyük korkumdu benim. Spot ışıklarıyla kaplı bu siyah tavana bakıp korkularım nedir diye düşünüyorum: güveler, yılanlar, seçim yapmak, kararsız kalmak, yalnız kalmak, anlaşılamamak, tercih edilen olmamak… Emin değilim, yine karar veremiyorum. İçimdeki açgözlü, hiçbir şeyi bırakmak istemiyor. Ne ilerlemeye cesaretim var ne de ideallerden vazgeçmeye…

Buraya gelmeden önce arkadaşlarım nereye diye sorduklarında “kendimi mutlu etmeye” dedim. Aynı sırada aklımda; gidip sessiz bir yerde ağlamak, sinemaya gitmek, başıboş dolaşmak, kahve içmek gibi fikirler dolanıyordu. En sonunda tam da hiçbir şey yapmamaya karar vermişken bir kahve yanında yeni başladığım kitap iyi gider diye düşündüm. Kendimi mutlu etmek diye yola çıktığım her şeyi yalnız yapmaya çabaladığımı fark ediyorum. Hafif bir hissizlik yaşıyorum şu an. Lakin bomboş bir hissizlik mi yoksa geri kalan her şey kanıksandığı için yaşanan bir hissizlik mi bilmiyorum. Aynı anda kafamda tonlarca düşünce birikiyor sonra birdenbire kayboluyor. Kafatasımın içinde beynim yokmuş gibi hissediyorum.
Her şeyden yazmakla kurtulacağımı düşünüyorum. Bazen yazdıklarımın içinde kaybolsam, gerçek dünyaya dönmesem diye düşünüyorum. Sonra yazdığım neredeyse her şeyde, derinlerde bile olsa, karanlık şeyler görüyorum. Zaten içimdeki karanlık boşluktan kaçmaya çabalarken bunun yanlış bir adım olduğunu fark ediyorum. En iyisi okuduklarımın arasında kaybolmak galiba. Canımın istediği kitapta dolaşabilmeyi ya da beğendiğim bir dizide kaybolmayı diliyorum şu an. Acaba ait hissedebilir miydim kendimi tüm bu kurmaca dünyalara? Puslu Kıtalar Atlası’ndaki Ebrehe’nin gizli odalarında dolaşırken, onun kitaplarını okurken kendimi dışlanmış hisseder miydim ya da Person of Interest’te Finch’in yanında bilgisayar ekranlarından gözlerimi ayırmasam uzaklaşır mıyım buradan? Ya da bunlar gibi daha onlarcası belki. Belki tüm bunlara gerek kalmadan uzaklaşmak istediklerimden uzaklaşabilirim. Belki kaçmama sebep bu korkulardır kim bilir? Aslında belki kaçmaktan ziyade kendimi böyle kabul etmem gerekiyordur. Hem ne demişti Yoshida Haru’nun halası “Kabul edilmek istiyorsan önce kendini kabullen.”. Belki tek yapmam gereken budur. Ama bunu başardığını nasıl anlayacağım ki? 

Kendi elimle, kendi içimden dökülen yazıları bile beğenmekten acizim. Oradan oraya atlayıp, farklı şekillerde yazıyorum. Hatta bazen yazmak istediğimde kaçıyorum, yazmaktan kaçıyorum bazen sanki bunda kaçsam kendimden kaçabilecekmişim gibi. Üstelik üst üste onca şey gelmişken…

Bazı arkadaşlar var ki her gün görüşmesen, sıkı fıkı olmasan ya da henüz yeni tanışmış olsan bile sebepsiz yere içinde çokça yer kapıyorlar. Onların mutsuz ya da üzgün olduklarını öğrendiğinde sen de aynı şeyleri hissediyorsun. Bazen sâfi hisler bazense elinden hiçbir şey gelmiyor oluşunun verdiği umutsuzluk… Bilinçsizce çoğu kez… Aynı şekilde, o insanların söylediği tek bir cümle, en basit davranışları seni mutluluktan havaya uçurabiliyor. Ara sıra düşünüyorsun mesela: sen böyle hissediyorsun ama acaba onlar senin hakkında ne düşünüyor. Sonra bir ara bunun çok da önemli olmadığını fark ediyorsun lakin yine de merak ediyorsun. Zaten seni sen yapan en önemli şeylerden biri bu bitmez tükenmez merakın değil mi? Kararsızlık, delilik, dinleme ve bilme isteğinle birlikte. Belki bir de korkuların ve aklına gelmeyen daha başka şeylerle birlikte.

Kafanı kaldırıp baktığında tam karşında gördüğün minimalist çizgilere benzer şekilde çizilmiş posterimsi bir resim görüyorsun. Döpiyes giymiş siyah-beyaz bir kadın, bir eliyle doberman olduğunu sandığın simsiyah bir köpeğin tasmasını tutuyor. Çok zayıf değil kadın. Belki bundandır, güçlü görünüyor gözüne. Güçlü ve entel. Arka plandaki mavi mi yeşil mi olduğunu tam bilemediğin o renk biraz daha yumuşatıyor sanki. Neden sonra böyle basit bir resim üzerine neden bu kadar düşündüğünü merak ediyorsun. Sonra önemsemiyorsun. 

Az önce karşında oturan 3 çocuğun yerine oturan çift ve hemen yanıbaşındaki çift hafiften sinirini bozmuyor değil. Sana fazlasıyla mutlu geliyorlar. Her iki çift de sanki 3 aylık yaz aşklarına tutulmuş gibi davranıp, konuşuyorlar. Kulağının dibinde birbirlerini öpüşlerini duymak istemiyorsun. Sebep? Yok. Az önceki kötücül düşüncelerinden vazgeçiyorsun. Umuyorsun ki gerçekten birbirlerini seviyorlardır ve hep mutlu olurlar. 

Ve son kez kafanı kaldırıyorsun. Döpiyesli kadının resminin yanında daha canlı daha doygun renkleri olan başka bir resim görüyorsun. Tam da şu an çalan geleneksel İrlanda müziklerine benzer oldukça eğlenceli enstrümantal bir şeyler çalıyor. Ne olduğunu bilmiyorsun ama şu an kendini daha canlı daha emin hissediyorsun. Şu an daha kararlısın ve bunun farkındasın, şu an kendine depresyon mekânı eylediğin bu kahveciden çıkmak için hazırlanacaksın. Sonunda içinden ağlamak gelmiyor ve dışarı çıkmak için hazırsın. 

Elveda güzel kahveci; yine geleceğim. Belki daha kararsız, daha mutsuz… Belki mutluluğumu doruklarda yaşarken kim bilir? 
Ama yine geleceğim...