17 Kasım 2012 Cumartesi

Anlamsız Sorular, Arayışlar





Bu yıl tekrar hazırlanmamın en iyi yanı, bu yıl tanıştığım insanlardır. Net. Bu insanların başında ise geçen yıl tanıştığım bu yıl Türkçe-Edebiyat hocam olan Dursun Hoca vardır. Kendisi tanıştığım insanlar arasında “tanınmaya” en değer insandır. Konuşmasıyla, bize aktardığı gözlemleriyle, önerileriyle bilgi birikimini ister istemez göz önüne seren bir insan. Burada bahsetmek istediğim geçenlerde bir derste geçen konuşma. Şöyle ki; yanlış hatırlamıyorsam geçen hafta sınıfça oldukça tepkisiz, sessiz, bezgin bir haldeydik. Hatta o kadar ki sınıfa giren her hoca “Arkadaşlar bir tepki verin diye isyan ediyordu”, neyse o sıralar Dursun hocanın dersi vardı (konuya nereden geldiğimizi hatırlamıyorum çok da önemi yok zaten), kendisine tepki vermemizi gerekirse eleştirmemizi istiyordu. “Arkadaşlar, beni eleştirebilirsiniz, şununuzu bununuzu beğenmiyorum diyebilirsiniz. Hatta sizi sevmiyorum da diyebilirsiniz. Benim için fark etmez, ben de size ‘ben de seni sevmiyorummm’ demem; ben, ‘olabilir, sen beni sevmeyebilirsin ama bana karışamazsın ben seni seviyorum’ derim.” Demişti. O sıralar derin düşünceler içerisindeydim, gerçi şu an da çok farklı durumda değilim ama olsun; gözlerim tüm bu süre boyunca sırama bakıyordu sonra bu cümleleri duydum, ister istemez Dursun hocaya bakıyordum. Aynı anda bir süredir kafamda olanlarla bu sözleri bağdaştırıyordum. O dersten sonra da bunu düşünmeye devam ettim, tüm bu yaptıklarının amacı ne, bu zamanlamanın sebebi ne, ne yapmalıyım, ne söylemeliyim ve belki de tüm bu soruların cevaplarını anlamsızlaştıracak bir şey daha: ne hissediyorum? Bu soruların birçoğuna cevap bulamadım ama birine sanırım cevabın var: önceden her gördüğümde ne hissediyorsam, o yazıyı yazdığımda ne hissediyorsam, o yazıyı okuduğunda ne hissediyorsam aynı şeyleri hala hissediyordum. İşte tam burada Dursun hocanın söylediklerinin aslında tam da benim söylemek istediklerim olduğunu fark ettim, sen ne dersen de, ne hissedersen hisset bana karışamazsın. Seni seviyorum ve şundan eminim ki bunu asla unutmayacağım. 

Kaichou wa Maid-Sama’nın bir bölümünde şöyle bir replik vardı: “Aşk hissi bir yerlerden başlıyor. Başkaları karşı çıksa bile, kendinde kabul edemeyeceğini bilsen bile, bir kez bu hissin farkına vardıktan sonra, durduramazsın.”

-Olabildiğince sakin olmaya ve her şeyi akışına bırakmaya karar verdim. Belki çok zor olacak ama sonuçta ne kadar uğraşırsam uğraşayım bazı şeyleri asla planlayamam.
-Kimseden nefret etmemeye, kimseyi suçlamamaya karar verdim. Belki bunu da başaramam ama deneyeceğimi çabalayacağım. Bu durumumu da sanırım 1Q84’teki şu cümleler özetler: “Ben birilerinden tiksinerek, nefret ederek öfke duyarak yaşamaktan artık yoruldum. Hiç kimseyi sevemeden yaşamaktan da yoruldum.”
-Bu kez vazgeçmemeye karar verdim. Yorulsam da, bıksam da vazgeçmek için içimdeki heyecanı kaybetmek istemiyorum. Ne kadar zor gelirse gelsin gerekirse en başından başlamak için gücümü yitirmek istemiyorum. Çünkü yaşamak, yaşarken yeniden doğmakla keşfedilir.

Bu kısa ve dağınık yazıya Sevgili Can abinin yazısından kendime pay çıkardığım kısımlarıyla devam etmek istiyorum ki yazısının tamamını da buradan okuyabilirsiniz.

-Bazıları tabularını yıkmak ister, yenilere açık olmayı arzular.
-Bazıları sevgiye açtır, sokak sokak dolaşıp birinin onu bulmasını ister.
-Bazıları sarılmak, birine dayanmak ister.
-Bazıları hep mutlu gözükür, içi kan ağlasa bile bunu dışarıya yansıtmaz.
-Bazıları müziğe aşıktır, hayatlarından en önemli olgulardan biri müziktir.

13 Kasım 2012 Salı

Ara Sıra

Küçükken okulda bana söylenen hangi yalanlara inandığımı hatırlamaya çalışıyordum. Aklıma ilk gelen ilk okul hocamın birkaç yıl içinde hiç gece olmayacak. Uzaya kocaman bir ayna yerleştirecekler Güneş ışınları aynadan karanlık tarafa yansıyacak böylece aydınlatma için elektrik harcanmayacak demişti. Düşündüm ve saf gibi inandım buna. Hatta bir ara vayy süper fikir aydınlatma parası yok ne güzel falan diyordum hatta evdekilere de anlattım. O zaman abim olmaz öyle şey diye dalga geçtiğinde ama öğretmen öyle söyledi olcakmış yaa diyordum. Lan o yaşta o öğretmenle kavga edecek akıl varmış da şuna nasıl inanmış, doğruluğunu savunmuşum ben. Aynı öğretmenin basit bir olaydan sonra tüm sınav notlarıma rağmen "Seni sınıfta bırakırım hiç bir şey de yapamazdım diye azarlamasına karşı çıkıp öyle bir şey yapamazsınız. Sınavlarım ortada, belgelerle mi oynayacaksınız; diye o geçersiz ve inandırıcılıktan uzak tehditlerine boyun eğmemiştim. Hatta şimdi hatırladım arkadaşlarım teneffüste onun yanına gidip öğretmenim lütfen bırakmayın Meltem'i, özür diler lütfen demişler. Bana özür dile geldiklerinde dilemiycem, bıraksın bakalım sınıfta bunun idarecisi var milli eğitimi var. O yazılı kağıtlarıyla nasıl sınıfta bırakıyomuş beni dediğimi hatırlıyorum. Öyle de manyaktım. Bu arada bunlar 4. ya da 5. sınıfta gerçekleşiyor. 

Ara sıra çok zeki, ara sıra çok aptal, ara sıra çok cesur olabiliyormuşum. Ve sanırım hala böyleyim. Bazen her şeyi herkesi anlar oluyorum bazense gözüme sokula sokula kazık yiyor ve hiçbir şey anlamıyorum.