24 Mayıs 2012 Perşembe

Yalnızlık Üzerine Çelişkiler




Küçük bunalımlar içindeyim. Sanki sinir krizleri gibi. Dayanılmaz, anlaşılmaz, yenilemez… Yalnız kalmak istediğim anlardan birindeyim. Aslında “an” demek doğru olmaz bence; koca bir gün yalnızlığın pençesinde boğulmak istedim. Aynı anda insanların içinde olmak istedim. Belki güvenebileceğim birilerinin yanında ağlamak… Ama hayır, bunu yapamazdım, nefret ettiğim şu aptal gururum yüzünden ne kadar güvenirsem güveneyim birilerinin yanında ağlamak bana göre değil. Birileriyle konuşmak da bana göre değil. Ben yazayım yeter bana. Bazen yetmiyor. Yazmak sanki benim sabır taşım. Öyle bir an geliyor ki bazen o taş patlayacak gibi hissediyorum. Hem de içimde, ta en derinimde, acısını çekip çıkaramayacağım bir yerde sanki. Yalnızlık diyordum; yalnız olmak istediğimi söyleyip vazgeçiyorum ya. Yalnız kalmak için en sevdiğim yerlerden birinde yemek yemeye karar verdim. En sevdiğim cam kenarı zaten doluydu ama yine de dışarının kalabalığını görebileceğim masaları tercih etmedim. En arkada, en uzaktaki yeri seçtim. Kendi yalnızlığımda boğulayım diye. Yüzümü duvara dönmek istedim, sırtımı ise insanlara… Yapamadım, insanlara sırtımı dönemedim. Kendimi daha fazla dibe sokmak istemedim belki de. Dışarının kalabalığındansa içerinin sıradanlığını izlemeye koyulmuştum. O en sevdiğim boşaldı sonra. Kendimle tartıştım; oraya geçmeli miyim diye. Önce “Hayır!” dedim, bir nevi kendimi cezalandırmak için sebepsiz yere. Sonra geçsem mi dedim, vazgeçtim. Sonunda bir hışımla çantamı, tepsimi toplayarak geçtim. Kısacık bir andı tüm bu yaşadıklarım. O an anladım ki kaçmak gereksiz, yersiz benimki gibi bir bünyeye. Çoğu zaman nefret ettiğim kalabalıklar içinde kendimi buluyorum belki de. Hayır yalan! Kalabalık içinde falan bulmuyorum kendimi. Kendimi kimsenin yardımıyla da bulmuyorum, yalnızlığımla da. 
Peki ben nasıl buluyorum kendimi? 
Ya da bulabiliyor muyum? 
Ve hatta arıyor muyum ki?
...