17 Ekim 2010 Pazar

Alış - Veriş



Yeni bir çılgınlık başlamış. Aslında pek de yeni sayılmaz. Ayrıca –mış da dememeliydim ya neyse. Alış-veriş merkezleri dolup taşıyor. Bir alış-veriş furyası hepimizi sarmış durumda. “Neyi almalıyım ne yakışır bana” diye düşünen yok, bu sene moda bu öyleyse bunu almalıyım diye düşünenlerin sayısı ise azımsanamayacak kadar çok. Alış-veriş merkezlerini dolduran o insanların birçoğu da öylesine dolaşan kişiler. Boşu boşuna kalabalık yapmak için bilerek toplanmışlar sanki. Kış da geldiği için insanlar buluşma mekânı olarak sıcak yerleri tercih ediyorlar. Yani kim gerçekten alış-veriş yapıyor kim öylesine dolaşıyor hiç anlaşılmıyor. Ama hiçbir şey insanı durdurmuyor deli gibi alışveriş yapmaktan, başın mı ağrıyor hiç dert değil, yoruldun mu önemli değil zaten bunu bilmeliydin, ayağın mı ağrıyor önce alışverişi tamamla sonra dinlenirsin zaten. Bu düşünceler insanın kafasında dolaşarak alışverişin durmasını engelliyor. Ve kim kazançlı çıkıyor tabi ki alışveriş yaptığımız mağazalar. Evet, kabul ediyorum bende onlardan birisiyim. Ve bunu inkâr edemem. Ağrıları, yorgunlukları kale almayan yinede alacağını alanlardan. Aslında bence hepimizin içinde var o alışveriş canavarından. Sadece kimilerimiz o canavarın tasmasını biraz sıkıyor kimilerimiz ise biraz daha gevşek bırakıyor.

Alışveriş mekânları aslında birçok şeye ev sahipliği de yapıyor. Arkadaşlığa, sevgiye, var olmadığını iddia ettiğimiz sınıfsal farklara, tüm o kalabalığın içinde yalnızlığa… Birçok duyguya ev sahipliği yapıyor yani bir nevi. Orada ne hissettiğini, hangi duygular içinde nasıl kaybolduğunu kimse fark etmez. Kimi zaman insanın işine gelir bu durum. O kalabalığın içinde istediğiniz kişiye bürünebilirsiniz o an. İstediğiniz kişi olmakta özgürsünüzdür. Yani kimse kimseyi tanımaz, eğer istenmezse… Ehh biraz biraz hayatımıza benziyor sanki. Yeni girdiğimiz bir yerde istediğimiz gibi gösteriyoruz kendimizi, sonra kimi tanımak istersek onunla tanışıyoruz. Sonrası bize kalmış kim neyi isterse onu yapıyor. Bazısı boş boş dolaşıyor, hem kendi zamanını boşa harcıyor, hem de başkalarına engel oluyor. Bazısı etrafına hiç bakmadan sadece işini hallediyor, bazısı hem eğleniyor hem işini hallediyor. Ve eğer ben bunlardan birini seçecek olsam kesinlikle hem eğlenip hem de işimi halletmeyi seçerdim. Hayatımı da hem zevk alıp hem sorumluluklarımı bilerek işlerimi hallederek mutlu bir şekilde yaşamak isterdim yani… 

11 Ekim 2010 Pazartesi

Anne'ye İtiraflar



Annem;
            Hiç mektuplaştık mı biz? Pek sanmıyorum ya neyse. Sana teşekkür etmek senden özür dilemek istiyorum. Belki de biraz sitem ederim kim bilir…
            Zaman zaman düşünüyorum hep, “Annelik nedir?”, “Anne nasıl olmalıdır?”, “Neden anneler çocuklarıyla kavga eder?”. Biliyorum bunlara cevap veremem ben. Senin de hep dediğin gibi “Anne olunca anlarım.” değil mi? Ama o zamana daha çok var. Bilirsin bu kadar uzun zaman beklemek benim doğamda yok. Cevapları kendim bulmaya çalışırım çoğu zaman. Neden kavga ediyoruz diye düşünüyorum. Bazı cevaplar var. Hepimize göre cevaplar var. Bence farklı şartlarda yetişmemizden kaynaklanıyor. Belki sen haklısın hep. Ama ben daha serbest, daha özgürüm. Sanırım bu yüzden. Aslında tek bir sebebe bağlamak bana doğru gelmiyor ama belki de en büyük sebep farklı şartlar. Gerçi farklı şartlarda da olsak ikimiz de aynıyız. Bugün, ben senin gibi olmayacağım derken belki ilerde bir kopyan olacağım. Kim bilir…
            Hep inatlaşırız ya, aklıma o geldi birden. İtirafta bulunayım istedim. Kışın o soğuğunda sen hep tam ben hırkamı giyecekken “Kalk hırkanı giy,” dedin. Ben bunu duyunca inat ettim, giymedim. Tam ben kalkıp ders çalışmayı planlarken, sen “Hadi kalk ders çalış,” dedin. Ben gene inat ettim, çalışmadım. Sen ısrar ettikçe ben daha da inat ettim, giymedim. “Hayır” deyince bir kere, sonradan vazgeçmeyi öğrenemedim, yediremedim belki gururuma. Kime benzemişim bilemiyorum.
            Ben gereksiz, anlamsız şeyler istedim senden, sen mantıklı davranıp kabul etmedin kimi zaman. O zaman anlamadım, hatta şimdi bile anlamıyorum bazen. Konu isteklerim olunca mantığım kapılarını kapatıyor ya hani, işte o zaman seninkiler ardına kadar açılıyor sanki. Ya da ben öyle zannediyorum ya… İşte onu seviyorum. Belki bu yüzden teşekkür etmek istiyorum. Bana bakıp, büyüttüğün için teşekkür etmek istiyorum. Sonra vazgeçiyorum. Önce kendime ‘aptal’ diyorum. Ben bir şey başarınca hemen övünüyorum, gelip sana anlatıyorum. Ben yaptım zannediyorum. Oysa fark etmiyorum ki sen olmasan ben de olmayacaktım, sana borçluyum her şeyimi.
            “Bunları anlattım ne oldu?” diye düşünüyorum şimdi. Bir şeyler değişecek mi diye. “Bilmem ki zaman gösterir,” diye cevap veriyorum sonra kendime. Ama sen bunu hiç okumayacaksın ki, hiç bilmeyeceksin ben neler dedim, neler itiraf ettim. Yazdıklarımı hiç okutmam ki sana, hiçbirinize. Elimden okumanızı sevmem biliyorsunuz değil mi? Olsun yine de olsun. Ne yazdığını bilmesen de yazdığımı biliyorsun…  

5 Ekim 2010 Salı

Abi'ye Mektup


Sevgili Ağabeyim,
Uzun zaman oldu şöyle adamakıllı birbirimizle konuşmayalı. Doğrusunu söylemek gerekirse öyle bir konuşma yaptığımızı bile hatırlamıyorum ya neyse. İşte bu yüzden yazayım dedim.
            Evet, ağabeyimsin. Ama ben uzun zaman hissedemedim bunu. Sana ne zaman baksam, karşımda bir ağabey değil, benden nefret eden birini gördüm. Kim bilir belki gözlerim yanlış gördü ya da ben yanlış anladım. Belki karşımdaki gerçekten sendin ama dedim ya ben hissedemedim onu. Yaş farkından mı böylesin desem yok değil diyorum. Etrafımda o kadar insan varki… Onları gördükçe “hayır, sebep bu değil.” Diyorum. Ya da ifade mi edemiyorsun duygularını? Ama bence bu da sebep olamaz davranışlarına.
            Çevremdeki kardeş ilişkilerini görünce kıskanmıyor değilim hani. Ne güzel konuşabiliyorlar her şeyi diye. Telefon edince uzun uzun sohbet ettiklerini görünce bizim telefon konuşmalarımız geliyor aklıma; “Alo, evde misin?”, “Anneme söyle şöyle geç kalacağım, şuraya gideceği, şunu alın.” Sonra kapa telefonu. Sahi doğru dürüst telefonda bile konuşamadık ki biz.
            Bir konu üzerinde konuşabilelim diye, tartışabilelim diye senin sevdiğin şeylere ilgi duydum ben. Arabaları o yüzden sevdim, bilgisayarları da o yüzden sevdim belki de ben. Gerçi bunların sayesinde konuşabildik kimi zaman, ara ara şakalaşabildik. Yabana atmamak lazım.
            Bazen fazla dır dır ediyorum değil mi? Şimdiki gibi belki de. Ama fazla mı kaprisli oluyorum? Yoksa fazla mı çok şey istiyorum? Şimdi düşündüm de aslında fazla bir şey değil ki istediklerim. Sadece konuşmak, konuşabilmek… Fazlası değil…Sevgili Ağabeyim,
Uzun zaman oldu şöyle adamakıllı birbirimizle konuşmayalı. Doğrusunu söylemek gerekirse öyle bir konuşma yaptığımızı bile hatırlamıyorum ya neyse. İşte bu yüzden yazayım dedim.
            Evet, ağabeyimsin. Ama ben uzun zaman hissedemedim bunu. Sana ne zaman baksam, karşımda bir ağabey değil, benden nefret eden birini gördüm. Kim bilir belki gözlerim yanlış gördü ya da ben yanlış anladım. Belki karşımdaki gerçekten sendin ama dedim ya ben hissedemedim onu. Yaş farkından mı böylesin desem yok değil diyorum. Etrafımda o kadar insan varki… Onları gördükçe “hayır, sebep bu değil.” Diyorum. Ya da ifade mi edemiyorsun duygularını? Ama bence bu da sebep olamaz davranışlarına.
            Çevremdeki kardeş ilişkilerini görünce kıskanmıyor değilim hani. Ne güzel konuşabiliyorlar her şeyi diye. Telefon edince uzun uzun sohbet ettiklerini görünce bizim telefon konuşmalarımız geliyor aklıma; “Alo, evde misin?”, “Anneme söyle şöyle geç kalacağım, şuraya gideceği, şunu alın.” Sonra kapa telefonu. Sahi doğru dürüst telefonda bile konuşamadık ki biz.
            Bir konu üzerinde konuşabilelim diye, tartışabilelim diye senin sevdiğin şeylere ilgi duydum ben. Arabaları o yüzden sevdim, bilgisayarları da o yüzden sevdim belki de ben. Gerçi bunların sayesinde konuşabildik kimi zaman, ara ara şakalaşabildik. Yabana atmamak lazım.
            Bazen fazla dır dır ediyorum değil mi? Şimdiki gibi belki de. Ama fazla mı kaprisli oluyorum? Yoksa fazla mı çok şey istiyorum? Şimdi düşündüm de aslında fazla bir şey değil ki istediklerim. Sadece konuşmak, konuşabilmek… Fazlası değil…