Durduk yere aklıma gelen bir
anımı anlatmak istedim size. Birçok YG takipçisinin bildiği bir şey bir nebze.
Geçen sene 2NE1 Lonely’yi çıkardığında bir cover yarışması yapmıştı hani olay
bunun üzerine gelişiyor belirtmek istedim.
Arkadaşımla yarışmaya
katılmaya karar verdik, yarışmanın ödülleri de oldukça cezbetmişti bizi. Özellikle
YG binasını gezme ve 2NE1 konser bileti hemen algılarımızı açmıştı. Yarışmanın başladığı
hafta bizim sınav haftamız olduğundan pek ilgilenememiştik ama sonraki hafta,
klibin senaryosu, çekilecek yerler, kıyafetler, makineler, oyuncularımız
hepsini düşünüyorduk ki oldukça ciddi ciddi planlamalar yapmıştık. Bunları yaparken
aynı zamanda şarkıyı seslendirmek için provalar yapıyorduk, o beni
çalıştırıyordu ben onu. Gerçi ben ses konusunda pek kendime güvenmiyordum ama
sağ olsun arkadaşım cesaretlendirdi. Bir süre bununla uğraştık. Kayıt yapacağımız
stüdyoyu araştırdık bayağı. Zar zor bir tane bulabildik randevu aldık falan. Biz
tabi böyle olayı ciddiye alıyoruz falan 10 dakika falan geç kaldık daha 5-10 dk
yolumuz var. Amanın 1 saat randevu aldık ya bizden sonrakiler gelir de bizim
randevu yatarsa falan diye. Ama boşuna tabi biz stüdyonun olduğu apartmana bir
girdik; aman Allah’ım burası neresi; falcılar, dövmeciler var ilk katlarda
kapıları açık içeriye göz atıyoruz garip, karanlık saçma sapan yerler böyle. Biz
de 3 kızız, ben beraber şarkıyı söyleyeceğim arkadaşım bir de bir arkadaş var o
da çekim yapacak falan…
Neyse gittik stüdyoya, şarkıyı
söylüyoruz, önce arkadaşım söyledi kendi kısımlarını, ben daha acemiyim ona
göre. Sonra sıra bana geldi benim kendini ara sıra dışarı vuran sosyal fobim
ortaya çıktı (zaten ne zaman çıkmaz ki), şarkıyı adam akıllı söyleyemiyorum bir
de öyle süper iyi bir sesim yok anca kontrol ederek söylüyorum. Bir kere
söyledim bozukluklar var, arada sesim titriyor falan; bir deneme yapalım kayıt
yapmıycaz dediler bana. Sonra söyledim ben, içeri geçtim arkadaşım az öncekini
kaydettik biz bir dinleyelim dediler o biraz daha iyi olmuş, bak iyi ki
kaydetmişiz bunu falan diyorlar. Onu dinledikten sonra az buçuk kendime güvenim
de gelmedi değil hani :D . Sonuçta kaydı bitirdik neyseki, düzenlemeleri
yaparken biz de hem ordaki abiyle konuşuyoruz hem kendimiz sohbet ediyoruz
fotoğraflar çekiniyoruz falan. Hele bir tanesi var ki onu çok seviyorum böyle
siyah-beyaz bir foto.
Aynı gün bir de okul
şenliğimiz vardı, Hayko, Gripin falan gelmişti. Hayko bana pek hitap etmiyor
ama Gripin bir başkaydı yahu. Sahnede aynı bir ışıkları var onların, o
şarkıların her biri 10 kat daha güzel geliyor kulağa. Öyle çok sıkı bir Gripin
takipçisi değilim ama yine de unutulmazdı. Gerçi mahalle sakinlerinin şikâyetleri
sonucu erken bitirmek zorunda kaldılar benim de hatta herkesin de içine oturdu
ama her türlü iyiydi ya.
Klip çekimi için bir erkek
oyuncu lazımdı, evet klasik bir senaryo ama eldeki imkanlarla ancak bu kadar
çıktı. Şimdi erkek oyuncu kim olsa diye düşünüyoruz ama öyle çok da seçeneğimiz
yoktu; iki arkadaş vardı ki birinin hemen dalga geçeceği aklımıza gelir gelmez
vazgeçtik. Diğer arkadaşımız da kırmadı bizi sağ olsun hem yardım etti hem oynadı.
Ona bu teklifimizi sunarken küçük bir şaka da yaptık beraber zaten o an ki
suratını hayatta unutamam. (Bu şakayı ifşa etmek isterdim ama yapmasam daha iyi
olacak galiba :D)
Çekim yapacağımız yerleri
gözden geçirdik, iki günümüz vardı bunun için. Olabilecek en uygun mekanları
taradık bir de Ankara’da olunca öyle çok estetik mekan gelmiyor insanın aklına.
Sonunda Çengelhan Müzesi, müzenin olduğu sokak, Ankara kalesi, Ulus’taki Kore
Anıtı (zaten olmazsa çatlarız :D), Gençlik Parkı falan filan geldi aklımıza. Sonra
mecburiyetten dolayı eski TBMM bahçesini de kullandık gerçi bir işkenceydi
orada çekim yapmak. Neden derseniz bahçede bile olsa üç ayak kullanamıyormuşuz
bunun için Kültür Bakanlığı’ndan yazılı izin gerekliymiş, dilekçe yazıp
bekliycekmişiz falan. Hepimiz yok artık topu topu bir üç ayak kullanacağız,
zaten bina bile gözükmeyecek merak etmeyin hem Türkiye’de bile kullanılmayacak
diye yalvardık durduk ama pek çare olmadı bu duruma. Ve bizde çekim yapacak
kimse yok herkesin sahnede yer alması lazımdı. Ordaki görevli amcalardan rica
ettik de bizim için deyim yerindeyse üç ayak görevi gördüler sağ olsunlar.
(küçük not: Çengelhan Rahmi Koç Müzesi adı. Oyuncak müzesi Ankara'ya gelirseniz görün bence.)
Çengelhan
müzesine çekimine gelirsek müzeye girmeden izin falan aldık ordakiler çok
iyilerdi hem müzenin önünde hem de içinde çekim yapmamıza izin verdiler. Orayı bilenler
bilir üst kat odacıklarla dolu; bu durum hem işimize geliyor hem çekimi
zorlaştırıyordu. Bir de üstüne ana okulu gezisi olması dolayısıyla ortada 5-6
yaşlarında minicik çocukların olması o daracık yerde çekim yapmayı iyice
zorlaştırmıştı. Müze önünde çekim yaparken birden yağmur yağmaya başlamıştı
gerçi biz o durumu kullanıp daha güzel şeyler çekmiştik yehuu. Bir ara kaleye
çıktık hem mimari hem de manzara olarak güzel yerler vardı ki kaçırmayız efenim
:D. Üstüne bir de rüzgar ohh daha ne isteriz saçlar püfür püfür… Bir ara
gençlik parkına gittik hem oynayıp hem çekip yaptık orda, öncesinde parkı şöyle
bir gezip çekime en uygun noktaları seçtik falan. Sonra madem geldik bari biraz
oyun da oynayalım; korku tüneline girdik evet cidden yaptık bunu. Filmlerdeki gibi
ciddi, güzel, gerçekten korkutucu bir yer olur diye hayal etmiştik ama tabi ki
olmadı. Cidden ne düşünüyorduk bilmiyorum, sonuçta Ankara’dayız diğer aletler
ne ki korku tünelinden ne çıksın. Valla verdiğim paraya hala acıyorum bakın
üstünden 1 buçuk sene geçmiş hala içime oturmuş o derece. Aa bir de vidyonun
başlangıcı için Kore Anıtına gittik rezalet zaten. Güvenlik görevlisi ailesini
toplamış duvarın dibindeki 5
metrekare çimin üstünde piknik yapıyor. Afalladık açıkçası
biraz. Biraz mı yok ya böyle ağzımız açık kaldık. Bir de geziyoruz etrafı diye
garip garip baıyorlar bize. Biz mekanı amacı için kullanırken garipsemeleri de
ilginç hani. Bu arada gara da gittik kaçırmayız hiç yerler mermer, hemen
dibimizde hızlı tren duruyor daha kalkışına yarım saat var, atmosfer iyi. Hemen
başladık olaya. Ve bitirdik, galiba. Tam hatırlayamıyorum şimdi, zaten feci
derecede yorulmuştuk hatta ölmüştük sanki. o kadar yürümek yetmezmiş gibi
sırtımızda kıyafetler, kameralar, üçayak gibi ıvır zıvırları da taşımak zordu
efendim. Bir de bunlarla dolaşan 3 genç: gelen geçen dönüp bakıyor ulen hiç mi
görmediniz kamerayla dolaşan insan görmediniz, Ankara’da yaşadığımızı düşünmeyi
bırak hiç turist de görmediniz yahu. O ne öyle…
Tüm çekimleri hallettikten sonra
sıra evlere dağılma aşamasında. Hepimiz metroya doğru ilerliyoruz. Yorgun
haldeyiz, yorgunluk ne bıraksalar kaldırıma yığılırız o derece ölmüşüz hani. Bir
de feci sıcak hava, ben zaten bembeyazım güneş gördü mü kızaran bir cildim var
yorgunluğun farkına vardıkça vücudumdaki yanık acısını da fark etmeye
başlıyorum. Uzun bir yürüyüş sonunda (ya da bize öyle gelen) Ulus metrosuna
ulaştık. Ama hala çekmemiz gerek tek kişilik yürüyüş sahneleri var ki ertesi
gün falan yaparız diyoduk. Neyse metroya indik, sessiz sakin hafif karanlık,
gizemli, bir koridor üstelik ortasında böyle yuvarlak kolonlar falan var az
buçuk daha estetik duruyor bir de hafif loş. Ohh dedik burada çekelim şunu da
bir daha uğraşmayalım. Metro boşaldıkça insanlar geçiyor şöyle bir baktık
insanlar geçerken daha güzel duruyor aman onları da bekleyelim dedik. Şarkı yalnızlık
temasında ya millet geçerken daha yalnız görünürüz diye. Onu da bitirdik evet. Metroya
bindiğimizde bildiğiniz yığıldık koltuklara, ciddi manada hem de. Eve gittiğimde
çantayı, kamerayı falan bıraktım bir köşeye hemen eşofmanlarımı giyip koltuğa
serildim bir yandan da yanıyorum bayağı. Acıyor yahu bildiğiniz… Annem de yazık
internetten araştırıyor güneş yanığının acısını ne giderir diye gerçi gene
kendi bildiği yöntemi uyguladı ama olsun. Patatesleri alıp ince ince
kesiyorsunuz böyle oldukça inceler ama. Sonra onları yanık yerlere koyuyorsunuz
şaka maka azaltıyor yanık acısını. Acı azalınca ben de uyumuşum. Uyandım makinedeki
resimleri kontrol ediyorum ne göreyim benim uyurken patatesli fotoğrafımı
çekmişler, ablam hemen makineyi elimden aldı silmeyeyim diye. İki gün dalga
geçtiler yahu.
Sonrasında o görüntülerin
montajıydı, sırasıydı derken uğraştık bayağı. 4 dakikalık vidyo montajı için
400 lira isteyen bile oldu, yuh dedik artık. Neyse montajı bir fotoğrafçıya
yaptırdık, kullandığı programdan dolayı her şey bizim istediğimiz ya da hayal
ettiğimiz gibi olmadı ama yine de mutluyduk yahu. Vidyoyu gönderdik biz
gönderdiğimizde ilk 21i seçmişlerdi bile. İlk 21 deki dandik vidyoları görünce diğerleri
de böyleyse bizimki 21 herhalde diye sevinmiştik. Sonuç: kazanamadık, 21de ile
değildik. Üzüldük evet, emeklerimiz boşa gitti falan dedik. Ama sonuçta her
şeye rağmen iyi ki yapmışız diyorum hala. Mesela anlatacak bir anım var oldu
böylece.
Şunu da eklemek istiyorum:
şarkı düzenlemesini yapan abi bilgisayarı balkonun kenarına koymuş, biz de
oturuyoruz koltukta, sorun oldu muhabbetleri falan oldu. Ben de olayı kaçırdım
bilgisayara bir baktım dumanlar çıkıyor içinden. Aha dedim o kadar uğraştık
bilgisayar mı yandı ne oldu. Hayır bilgisayar yanmamış abi sigara yakmış ben de
fark etmedim bilgisayarın diğer tarafına koymuş dumanlar da öyle bir çıkıyor ki
bildiğiniz alet yanmış gibi. Biz kızlar bunu küçük sırrımız olarak saklamıştık
ama anlatmak istedim birden :D Dalga geçmeyin lütfen ya da geçin…
*** Şimdi düşündüm de nerden
aklıma geldi diye. Sanırım yaptıklarımdan pişman olmadığımı hatırlatmak istedim
kendime. Bazıları aptalca, bazıları imkansız şeyler yaptım, göl kenarlarında
yürüdüm az kalsın düşüyordum mesela ya da güneşin en tepede olduğu vakitte
Nevşehir’i arşınladım ya da 3-5 tane yanan taş örmek için 1 küsür km dağ
tırmandım, yazmak istediklerimi de yazdım, anlatmak istediklerimi de anlattım …
Başta niye yaptım bunları falan dedim ama aklıma geldikçe gülümsüyorum, iyi
kötü şeyler hatırlıyorum. Ve bir şeyleri yapmadığım için pişman olmuyorum…