3 Ağustos 2012 Cuma

Küçük Bir Anı



Durduk yere aklıma gelen bir anımı anlatmak istedim size. Birçok YG takipçisinin bildiği bir şey bir nebze. Geçen sene 2NE1 Lonely’yi çıkardığında bir cover yarışması yapmıştı hani olay bunun üzerine gelişiyor belirtmek istedim.

Arkadaşımla yarışmaya katılmaya karar verdik, yarışmanın ödülleri de oldukça cezbetmişti bizi. Özellikle YG binasını gezme ve 2NE1 konser bileti hemen algılarımızı açmıştı. Yarışmanın başladığı hafta bizim sınav haftamız olduğundan pek ilgilenememiştik ama sonraki hafta, klibin senaryosu, çekilecek yerler, kıyafetler, makineler, oyuncularımız hepsini düşünüyorduk ki oldukça ciddi ciddi planlamalar yapmıştık. Bunları yaparken aynı zamanda şarkıyı seslendirmek için provalar yapıyorduk, o beni çalıştırıyordu ben onu. Gerçi ben ses konusunda pek kendime güvenmiyordum ama sağ olsun arkadaşım cesaretlendirdi. Bir süre bununla uğraştık. Kayıt yapacağımız stüdyoyu araştırdık bayağı. Zar zor bir tane bulabildik randevu aldık falan. Biz tabi böyle olayı ciddiye alıyoruz falan 10 dakika falan geç kaldık daha 5-10 dk yolumuz var. Amanın 1 saat randevu aldık ya bizden sonrakiler gelir de bizim randevu yatarsa falan diye. Ama boşuna tabi biz stüdyonun olduğu apartmana bir girdik; aman Allah’ım burası neresi; falcılar, dövmeciler var ilk katlarda kapıları açık içeriye göz atıyoruz garip, karanlık saçma sapan yerler böyle. Biz de 3 kızız, ben beraber şarkıyı söyleyeceğim arkadaşım bir de bir arkadaş var o da çekim yapacak falan…

Neyse gittik stüdyoya, şarkıyı söylüyoruz, önce arkadaşım söyledi kendi kısımlarını, ben daha acemiyim ona göre. Sonra sıra bana geldi benim kendini ara sıra dışarı vuran sosyal fobim ortaya çıktı (zaten ne zaman çıkmaz ki), şarkıyı adam akıllı söyleyemiyorum bir de öyle süper iyi bir sesim yok anca kontrol ederek söylüyorum. Bir kere söyledim bozukluklar var, arada sesim titriyor falan; bir deneme yapalım kayıt yapmıycaz dediler bana. Sonra söyledim ben, içeri geçtim arkadaşım az öncekini kaydettik biz bir dinleyelim dediler o biraz daha iyi olmuş, bak iyi ki kaydetmişiz bunu falan diyorlar. Onu dinledikten sonra az buçuk kendime güvenim de gelmedi değil hani :D . Sonuçta kaydı bitirdik neyseki, düzenlemeleri yaparken biz de hem ordaki abiyle konuşuyoruz hem kendimiz sohbet ediyoruz fotoğraflar çekiniyoruz falan. Hele bir tanesi var ki onu çok seviyorum böyle siyah-beyaz bir foto.

Aynı gün bir de okul şenliğimiz vardı, Hayko, Gripin falan gelmişti. Hayko bana pek hitap etmiyor ama Gripin bir başkaydı yahu. Sahnede aynı bir ışıkları var onların, o şarkıların her biri 10 kat daha güzel geliyor kulağa. Öyle çok sıkı bir Gripin takipçisi değilim ama yine de unutulmazdı. Gerçi mahalle sakinlerinin şikâyetleri sonucu erken bitirmek zorunda kaldılar benim de hatta herkesin de içine oturdu ama her türlü iyiydi ya.

Klip çekimi için bir erkek oyuncu lazımdı, evet klasik bir senaryo ama eldeki imkanlarla ancak bu kadar çıktı. Şimdi erkek oyuncu kim olsa diye düşünüyoruz ama öyle çok da seçeneğimiz yoktu; iki arkadaş vardı ki birinin hemen dalga geçeceği aklımıza gelir gelmez vazgeçtik. Diğer arkadaşımız da kırmadı bizi sağ olsun hem yardım etti hem oynadı. Ona bu teklifimizi sunarken küçük bir şaka da yaptık beraber zaten o an ki suratını hayatta unutamam. (Bu şakayı ifşa etmek isterdim ama yapmasam daha iyi olacak galiba :D)

Çekim yapacağımız yerleri gözden geçirdik, iki günümüz vardı bunun için. Olabilecek en uygun mekanları taradık bir de Ankara’da olunca öyle çok estetik mekan gelmiyor insanın aklına. Sonunda Çengelhan Müzesi, müzenin olduğu sokak, Ankara kalesi, Ulus’taki Kore Anıtı (zaten olmazsa çatlarız :D), Gençlik Parkı falan filan geldi aklımıza. Sonra mecburiyetten dolayı eski TBMM bahçesini de kullandık gerçi bir işkenceydi orada çekim yapmak. Neden derseniz bahçede bile olsa üç ayak kullanamıyormuşuz bunun için Kültür Bakanlığı’ndan yazılı izin gerekliymiş, dilekçe yazıp bekliycekmişiz falan. Hepimiz yok artık topu topu bir üç ayak kullanacağız, zaten bina bile gözükmeyecek merak etmeyin hem Türkiye’de bile kullanılmayacak diye yalvardık durduk ama pek çare olmadı bu duruma. Ve bizde çekim yapacak kimse yok herkesin sahnede yer alması lazımdı. Ordaki görevli amcalardan rica ettik de bizim için deyim yerindeyse üç ayak görevi gördüler sağ olsunlar.   
  Çengelhan Müzesi 
   İçerinin bir kısmı

(küçük not: Çengelhan Rahmi Koç Müzesi adı. Oyuncak müzesi Ankara'ya gelirseniz görün bence.)

Çengelhan müzesine çekimine gelirsek müzeye girmeden izin falan aldık ordakiler çok iyilerdi hem müzenin önünde hem de içinde çekim yapmamıza izin verdiler. Orayı bilenler bilir üst kat odacıklarla dolu; bu durum hem işimize geliyor hem çekimi zorlaştırıyordu. Bir de üstüne ana okulu gezisi olması dolayısıyla ortada 5-6 yaşlarında minicik çocukların olması o daracık yerde çekim yapmayı iyice zorlaştırmıştı. Müze önünde çekim yaparken birden yağmur yağmaya başlamıştı gerçi biz o durumu kullanıp daha güzel şeyler çekmiştik yehuu. Bir ara kaleye çıktık hem mimari hem de manzara olarak güzel yerler vardı ki kaçırmayız efenim :D. Üstüne bir de rüzgar ohh daha ne isteriz saçlar püfür püfür… Bir ara gençlik parkına gittik hem oynayıp hem çekip yaptık orda, öncesinde parkı şöyle bir gezip çekime en uygun noktaları seçtik falan. Sonra madem geldik bari biraz oyun da oynayalım; korku tüneline girdik evet cidden yaptık bunu. Filmlerdeki gibi ciddi, güzel, gerçekten korkutucu bir yer olur diye hayal etmiştik ama tabi ki olmadı. Cidden ne düşünüyorduk bilmiyorum, sonuçta Ankara’dayız diğer aletler ne ki korku tünelinden ne çıksın. Valla verdiğim paraya hala acıyorum bakın üstünden 1 buçuk sene geçmiş hala içime oturmuş o derece. Aa bir de vidyonun başlangıcı için Kore Anıtına gittik rezalet zaten. Güvenlik görevlisi ailesini toplamış duvarın dibindeki 5 metrekare çimin üstünde piknik yapıyor. Afalladık açıkçası biraz. Biraz mı yok ya böyle ağzımız açık kaldık. Bir de geziyoruz etrafı diye garip garip baıyorlar bize. Biz mekanı amacı için kullanırken garipsemeleri de ilginç hani. Bu arada gara da gittik kaçırmayız hiç yerler mermer, hemen dibimizde hızlı tren duruyor daha kalkışına yarım saat var, atmosfer iyi. Hemen başladık olaya. Ve bitirdik, galiba. Tam hatırlayamıyorum şimdi, zaten feci derecede yorulmuştuk hatta ölmüştük sanki. o kadar yürümek yetmezmiş gibi sırtımızda kıyafetler, kameralar, üçayak gibi ıvır zıvırları da taşımak zordu efendim. Bir de bunlarla dolaşan 3 genç: gelen geçen dönüp bakıyor ulen hiç mi görmediniz kamerayla dolaşan insan görmediniz, Ankara’da yaşadığımızı düşünmeyi bırak hiç turist de görmediniz yahu. O ne öyle…

Tüm çekimleri hallettikten sonra sıra evlere dağılma aşamasında. Hepimiz metroya doğru ilerliyoruz. Yorgun haldeyiz, yorgunluk ne bıraksalar kaldırıma yığılırız o derece ölmüşüz hani. Bir de feci sıcak hava, ben zaten bembeyazım güneş gördü mü kızaran bir cildim var yorgunluğun farkına vardıkça vücudumdaki yanık acısını da fark etmeye başlıyorum. Uzun bir yürüyüş sonunda (ya da bize öyle gelen) Ulus metrosuna ulaştık. Ama hala çekmemiz gerek tek kişilik yürüyüş sahneleri var ki ertesi gün falan yaparız diyoduk. Neyse metroya indik, sessiz sakin hafif karanlık, gizemli, bir koridor üstelik ortasında böyle yuvarlak kolonlar falan var az buçuk daha estetik duruyor bir de hafif loş. Ohh dedik burada çekelim şunu da bir daha uğraşmayalım. Metro boşaldıkça insanlar geçiyor şöyle bir baktık insanlar geçerken daha güzel duruyor aman onları da bekleyelim dedik. Şarkı yalnızlık temasında ya millet geçerken daha yalnız görünürüz diye. Onu da bitirdik evet. Metroya bindiğimizde bildiğiniz yığıldık koltuklara, ciddi manada hem de. Eve gittiğimde çantayı, kamerayı falan bıraktım bir köşeye hemen eşofmanlarımı giyip koltuğa serildim bir yandan da yanıyorum bayağı. Acıyor yahu bildiğiniz… Annem de yazık internetten araştırıyor güneş yanığının acısını ne giderir diye gerçi gene kendi bildiği yöntemi uyguladı ama olsun. Patatesleri alıp ince ince kesiyorsunuz böyle oldukça inceler ama. Sonra onları yanık yerlere koyuyorsunuz şaka maka azaltıyor yanık acısını. Acı azalınca ben de uyumuşum. Uyandım makinedeki resimleri kontrol ediyorum ne göreyim benim uyurken patatesli fotoğrafımı çekmişler, ablam hemen makineyi elimden aldı silmeyeyim diye. İki gün dalga geçtiler yahu.

Sonrasında o görüntülerin montajıydı, sırasıydı derken uğraştık bayağı. 4 dakikalık vidyo montajı için 400 lira isteyen bile oldu, yuh dedik artık. Neyse montajı bir fotoğrafçıya yaptırdık, kullandığı programdan dolayı her şey bizim istediğimiz ya da hayal ettiğimiz gibi olmadı ama yine de mutluyduk yahu. Vidyoyu gönderdik biz gönderdiğimizde ilk 21i seçmişlerdi bile. İlk 21 deki dandik vidyoları görünce diğerleri de böyleyse bizimki 21 herhalde diye sevinmiştik. Sonuç: kazanamadık, 21de ile değildik. Üzüldük evet, emeklerimiz boşa gitti falan dedik. Ama sonuçta her şeye rağmen iyi ki yapmışız diyorum hala. Mesela anlatacak bir anım var oldu böylece.

Şunu da eklemek istiyorum: şarkı düzenlemesini yapan abi bilgisayarı balkonun kenarına koymuş, biz de oturuyoruz koltukta, sorun oldu muhabbetleri falan oldu. Ben de olayı kaçırdım bilgisayara bir baktım dumanlar çıkıyor içinden. Aha dedim o kadar uğraştık bilgisayar mı yandı ne oldu. Hayır bilgisayar yanmamış abi sigara yakmış ben de fark etmedim bilgisayarın diğer tarafına koymuş dumanlar da öyle bir çıkıyor ki bildiğiniz alet yanmış gibi. Biz kızlar bunu küçük sırrımız olarak saklamıştık ama anlatmak istedim birden :D Dalga geçmeyin lütfen ya da geçin…

*** Şimdi düşündüm de nerden aklıma geldi diye. Sanırım yaptıklarımdan pişman olmadığımı hatırlatmak istedim kendime. Bazıları aptalca, bazıları imkansız şeyler yaptım, göl kenarlarında yürüdüm az kalsın düşüyordum mesela ya da güneşin en tepede olduğu vakitte Nevşehir’i arşınladım ya da 3-5 tane yanan taş örmek için 1 küsür km dağ tırmandım, yazmak istediklerimi de yazdım, anlatmak istediklerimi de anlattım … Başta niye yaptım bunları falan dedim ama aklıma geldikçe gülümsüyorum, iyi kötü şeyler hatırlıyorum. Ve bir şeyleri yapmadığım için pişman olmuyorum…